Kültürel Kimlik ve Müzik

Asuman Susam’a göre görüntülerle bellek arasındaki ilişkinin bir yanı egemen ideolojinin söylem oluşturma yöntemleri ve manipülasyolarıyla şekillenirken bir yanı da bir mücadele alanı olarak karşı söylem pratiği oluşturur. Bu bakımdan sanat yapıtları karşı söylem aracı olarak da karşımıza çıkmaktadır (2015: 19). Toplumsal bilincin ve belleğin oluşturulmasında, dönüştürülmesinde anaakım ve muhalif sinemalar önemli işlevlere sahiptir. Anaakım sinemada, egemen güçlerin unutturmaya çalıştığı kişilere, olaylara, imgelere yer verilmeyebilir ya da yapılan „çarpık’ yorumlarla yansıtılır. Buna karşın muhalif sinemacılar, filmlerinde muhalif kişilerin, eylemlerin, sembollerin anlatımıyla toplumsal bilinci ve belleği tazeler, unutturulmaya çalışılanların unutulmasını engellemeye çalışır. Muhalif filmler hafıza deposu işlevi görerek, anaakım filmlerde „kader’ ya da „değişmez’ olarak sunulanlara karşı bunların değişebileceğini gösterir (Özarslan, 2006: 52).

Ryan ve Kellner temsillerin, içinde yer alınan kültürden aktarıldığından ve içselleştirilerek benliğin bir parçası haline getirildiğinden söz eder. İçselleştirilen bu temsiller benliği, söz konusu kültürel temsillere özgü olan değerleri de benimseyecek şekilde yoğurur. Bu nedenle, bir kültüre egemen olan temsiller aslında dikkate değer politik önem taşırlar. “Kültürel temsiller görsel ya da sessel göstergeler yalnızca psikolojik duruşları biçimlendirmekle kalmaz, toplumsal gerçekliğin nasıl inşa edileceğine ilişkin olarak da yani, toplumsal yaşamın ve toplumsal kurumların şekillendirilmesinde hangi figür ve sınırların baskın çıkacağı konusunda da önemli işlevlere sahiptir”. (Ryan ve Kellner, 2010. s, 35). Kapitalizmin güçlünün güçsüzü yuttuğu bir orman gibi mi yoksa özgürlükçü bir ütopya olarak mı kavranacağını, bu temsiller belirler. Bu yüzden kültürel temsillerin üretimi üzerinde söz sahibi olmanın toplumsal iktidarın muhafazası açısından kritik önem taşıdığını belirten Ryan ve Kellner, toplumsal dönüşümler amaçlayan ilerici hareketler için de vazgeçilmez bir kaynak oluşturduğunu vurgular. Böylece sinema günümüzde bu tür politik mücadelelerin yürütülmesi açısından özel önem taşıyan bir kültürel temsil sahasıdır. Bu şekilde sinemanın kendisi de, toplumsal gerçekliği inşa eden kültürel temsiller sisteminin bütünlüğü içindedir (2010: 35, 37, 38).

Ayten Kaplan’a göreyse, evrim süreci dahilindeki genetik özelliklerinin dışında bir var olma mücadelesi içinde olan insan, araç-gereç yapma ve gelişkin bir semboller sistemi oluşturma yetisi kazanmıştır. Bu yeti, insanı canlılar dünyasında farklı kılmış ve kültürü oluşturmuştur. Ancak, insan farklı çevresel etkenlerin yarattığı farklı gerilimlerle çevrilidir ve bu gerilimlerin üstesinden gelebilmesini sağlayacak uyarlanma süreçleri farklı kültürlerin oluşmasına yol açmıştır. İnsanın toplumsallaşmasında, yani diğer insanlarla bağ kurmasında etken, onu doğuşundan itibaren biçimlendiren kültürdür. Bu birliktelik algısı kimlik dediğimiz tutunumla sağlanmaktadır. Bu bakımdan kimlik, tanınma ve tanımlanma ve de aidiyet çerçevesinde bir tutunum sergilemektedir. Kimlik bu şekilde, bir şeye ait olma ihtiyacının belirmesiyle ortaya çıkar ve kültürel bir göstergedir (2008: 34-37).

Jorge Larrain, kültürel kimliklerin biçimlenmesinin ötekinin ifadesini dikkate aldığını ve kendini kültürel olarak tanımlamasıysa her zaman ötekilerin değerlerinden, özelliklerinden ve yaşam tarzlarından ayırt edici olmayı içerdiğini belirtmektedir. Kimlikten söz edildiğinde, genelde belirli bir sürekliliğe ve kapsayıcı bir birliğe ve kendini tanımaya vurgu yapıldığını belirten yazar, biri „özcü’ bakışla dar ve kapalı, diğeri „tarihsel’ olarak kapsayıcı ve açık olarak kültürel kimliği algılamanın en az iki yolu olduğunu açıklar. Özcü yaklaşım, “kültürel kimliği tamamlanmış bir olgu, oluşmuş bir öz olarak değerlendirirken, tarihsel yaklaşım kültürel kimliğin üretilen, sürekli bu üretim süreci içinde olan ve hiçbir zaman tümüyle tamamlanamayacak bir şey olarak görür” (Larrain, 1995. s, 197). Aynı şekilde (Stuart Hall’dan aktararak) Larrain kültürel kimliklerin bir tarihi olduğunu ancak tarihsel olan her şey gibi sürekli dönüşüme uğrayarak mutlak bir geçmişte sonsuza kadar sabit kalan bir şey olmadıklarını vurgular. Böylece “kültürel kimlik uygun deneyimler, ilişkiler, mevcut semboller ve fikirler doğrultusunda sürekli inşa edilmekte ve yeniden inşa edilmektedir” diyerek bir kültürel kimlik tanımlanırken kullanılan sembol ve fikirler kendini tekrar eder fakat anlamları yeni pratikler içinde değişime uğrayabilir açıklamasını yapar (1995: 217, 222, 223).

Kaplan’a göre kültür, dış dünyaya yaptığımız araç ve gereçlerle yansımaktadır ve bu bakımdan müzik yapmak ve dinlemek kültürel bir eylem ve davranış biçimidir ve kültürle olan ilişkisinden dolayı sosyal bir yapı olan müziği üreten de dinleyen de o kültüre ait insanlardır. (Kaplan, 2008. s, 13) Böylece müzik, kültürel aidiyetin göstergesi ve yansımasıdır. Bir kültürel sistem içindeki anlam ve değerlerin keşfedilmesinde müzik, önemli bir kültür göstergesidir ve o toplumun felsefesini ses sistemini, dil örgüsünü öğrenme ve öğretmeye yardımcı olur. Böylece Hall’ın da ifade ettiği gibi, kültürel bir bağlama ve kendi gelenekselliği içinde, kendi sessel örgüsü ve anlam haritasına sahip olan müziğin evrenselliğinden söz edilemeyeceğini anlamaktayız. Kaplan’a göre müzik, kimliğimizi oluşturan kültürün, simgeler ve davranış biçimleriyle dışavurumudur. Toplumsal bir varlık olan insan, sosyal çevresiyle iletişim için geliştirilen sözcüklere, sesler aracılığıyla duygularını, düşüncelerini, deneyimlerini anlatan değişik anlamlar yükleyerek müziğin temel yapısını oluşturmuştur. Bu anlamlar diğerleriyle paylaşılmaya başladığı anda müzik toplumsallaşmaktadır. Kitlelerde kolektif bilinç/bellek oluşturmada çok etkili olan müziğin harekete geçirdiği ilişkiler bütün bir topluluğu kapsayabilmekte, ayrıca müzikle dans belli toplumlarda o topluluğun kendisini farklı görmesini sağlayan tek araç olabilmektedir. Örneğin, Alevilerde müziğin ve sözlü formların, Alevi kültürel kimliğinin aidiyetini onaylama, pekiştirme ve sürdürülmesinde önemli bir rol oynadığı bilinmektedir. Bu şekilde aidiyet ve kimlik duygusunu oluşturan ve ortak bir geçmişin belleğini aktaran bir araçtır. Söz ve ezgi bütünlüğü içinde devam eden tekrarlamalar geçmiş ve kolektif kimlik duygusunu pekiştirmektedir. Aynı zamanda ulus-devlet bağlamında, ulusal ideolojiyle özdeşleşemeyen bölge ve topluluklar için müzik ve dans, çoğu kez, karşı oluşu ve farklılığı vurgulamanın elverişli bir yoludur ve kültürel birer sınır koyucu olarak işlev görürler. Kültürel içyapıları anlatan, bireyler arasında duygusal bütünleşme ve bağ sağlayan müzikleri vardır. Ve bu haliyle müzik harekete geçirme gücü kazanmış olarak toplumsal örgütlenmeyi de güçlü ve etkili bir biçimde gerçekleştirebilmektedir. Bu bağlamda Türkiye’de Kürt müziği, Laz müziği, Gürcü müziği, Roman müziği, Alevi müziği, Azeri müziği gibi örneklerle etnik kimliklerin, müzikleriyle beraber farklılıklarını ve varlıklarını ifade etmeye başladıklarını söyleyebiliriz. (2008: 22-42-43-48).

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir